RIZA TÜRMEN

Türkiye’deki Seçim
Tüm Dünya İçin Çok Önemli

24 EYLÜL 2022

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin AİHM kararlarına uyularak Osman Kavala'nın derhal serbest bırakılması çağrısını yineleyerek başlattığı süreç nasıl ilerleyecek? Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor? Altılı Masa’nın performansı ve HDP ile ilgili tutumu önümüzdeki günler için ne söylüyor? Emek ve Özgürlük İttifakı siyasi dengeleri nasıl etkiler? Ayşegül Doğan sordu eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen yeniden tv için yanıtladı.

Söyleşi: Ayşegül Doğan

“Kavala serbest bırakılmazsa ihraçla ilgili süreç başlatılacak”

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarının uygulanmasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Strasbourg’ta 20-22 Eylül arasında düzenlediği toplantılarda, hakkındaki AİHM kararı uygulanmayan Osman Kavala’nın dosyasını ele aldı. Komite, 13 Ekim’e kadar Türkiye’den bilgi istiyor. Kavala dosyası kapanmazsa ne olacak? Süreç nasıl ilerleyecek? Türkiye’nin üyeliğinin askıya alınmasına kadar gidecek bir süreç olası mı?

AİHM’den çıkan karar, Osman Kavala’nın tutukluluğunun hiçbir makul şüpheye yol açacak kanıta ya da olguya dayanmadığını, onun yanında Kavala’nın siyasi nedenlerle tutuklandığını belirten ve onun derhal serbest bırakılması gerektiğini söyleyen bir karar. Türkiye buna uymadı. Türkiye buna uymayınca kararları uygulamakla sorumlu olan Avrupa Birliği Bakanlar Komitesi bir ihlal prosedürü başlattı. Bu prosedür gereğince kararı AİHM’e gönderdi ve şu soruyu sordu: “Türkiye kararı uyguladı mı, uygulamadı mı?” AİHM de “Türkiye kararı uygulamamıştır” dedi, sözleşmenin 46. maddesinin (kararların uygulanmasının zorunlu olduğunu öngören madde) ihlal edildiğine karar verdi. Top şimdi tekrar Avrupa Birliği Bakanlar Komitesi’nde. Komite kararın uygulanması için bir süreç başlatacak. Bu süreç şimdi bu kararla başladı.

Bu karardan anlaşılıyor ki, Avrupa Birliği Bakanlar Komitesi ile Avrupa Konseyi Asamblesi arasında bir diyalog var ve bu diyalog kararı uygulatmak için hangi adımların atılması, hangi önlemlerin alınması gerektiğini öngörüyor. Ondan sonra karar diyor ki: “13 Ekim’e kadar Türk makamları Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne bilgi versin.” Şu konuda bilgi istiyorlar. Kavala’yla ilgili iki süreç var Türkiye’de. Birisi Kavala’nın Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurusu. İkincisi de, Kavala’yı müebbet hapse mahkûm eden karar kesinleşmedi, hâlâ Bölge İstinaf Mahkemesi’nde. Komite diyor ki, bu iki süreç hakkında bize karar ver. Bu da şu demek: “Ben bu ulusal süreçleri dikkate alacağım. Bunları tamamen ihlal etmiyorum ama fakat aynı zamanda ben karar almak için bunların sonuçlanmasını da beklemeyeceğim. O yüzden bana ayın 13’üne kadar söyle, bilgi ver.” Bu üçlü prosedürün -Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi ve Genel Sekreter arasında kararların uygulatılması için mevcut olan üçlü prosedürün- başlatılması işaretini veriyor. Yani 13 Ekim’e kadar gelen bilgiler tatmin edici olmazsa bu üçlü prosedür tetiklenecek.

Sonra ise Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Türkiye’ye gelecek, ilgililerle konuşacak, “kararı uygulayın, sözleşme çok açık” diyecek. Ondan sonra dönecek bir rapor yazacak. Bu rapor Asamble ve Bakanlar Komitesi’nde görüşülecek, ne adımlar atılacağı kararlaştırılacak. Hâlâ Türkiye Kavala’yı serbest bırakmamışsa, kararı uygulamamışsa, o zaman statünün 8. maddesi yani ihraçla ilgili süreç başlatılacak.

Türkiye’deki iki süreçte Anayasa Mahkemesi de İstinaf Mahkemesi de karar verebilir Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına. Yani böyle bir imkân var. Kararın uygulanması için geç değil aslında.

“Bugünkü iktidarın zihin dünyasından çıkmak lâzım”

Siz T24’te yayınlanan yazınızda, “İçinde bulunduğumuz derin siyasal, ekonomik, toplumsal krizden çıkmak için iktidarın değişmesi yeterli değil. Bir iktidar değişikliğinden sonra Türkiye’de devleti ve toplumu yeniden kuracak, yeni bir demokrasiyi, toplumsal barışı getirecek radikal bir dönüşüme gereksinim var” diyorsunuz. Bu yeni demokrasiyi getirebilecek, radikal bir dönüşümü gerçekleştirebilecek siyasal ittifak, oluşum ve yapılar mevcut mu? Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?

Bir dönemin sonuna geldik. Görülüyor ki, Türkiye’de bir dönem kapanmakta. Ama her dönemin kapanması başka yeni bir dönemin açılması anlamını taşır. Böyle olmalıdır. Türkiye’de bu dönem kapanınca yeni bir dönemin başlaması lâzım. Bu yeni dönem nasıl bir dönem olmalıdır? Bu yeni dönem 20 yıl önceki dönemin tekrarı mı olmalıdır, yoksa buradan hareketle, bu fırsattan hareketle yeni bir Türkiye’nin kurulmasının, yeni bir demokrasinin kurulmasının başladığı bir dönem mi olmalıdır?

Tabii ki bu dönemin kapanması aynı zamanda ağır bir yük getiriyor bundan sonraki iktidara. Her şeyiyle çökmüş bir Türkiye var: ekonomisiyle, hukukuyla, toplumuyla… Her bakımdan çökmüş böyle bir Türkiye’yi, böyle bir enkazı devralacak bir iktidar var. Bu iktidar da mütecanis bir iktidar olmayabilir, farklı görüşlerin bulunduğu bir iktidar olabilir. Peki, bunlar nasıl bir Türkiye ortaya koymalı?

Bu sorunun cevabını bulabilmek için bugünkü iktidarın zihin dünyasından çıkmak lâzım. Bambaşka bir zihin dünyasına girmek lâzım. Bugünkü iktidarın zihin dünyası nedir? Bir taraftan topluma pompalanan bir milliyetçilik: “Dış düşmanlarla çevriliyiz, içeride dost düşman ayrımı vardır, düşman ortadan kaldırılmalıdır, milli ve yerli muhalefet yoktur.” Bu milliyetçilik hakikat ötesi söylemi körüklüyor. Hakikat olmayan şeylerle, gerçeğin yerine geçen bir iktidar hikâyesiyle bugün Türkiye yönetiliyor. Bundan kurtulmak lâzım. Reform için yeni iktidarın ya da şimdiki muhalefetin bu milliyetçiliğin dışına çıkması lâzım. Bu da yeni bir demokrasiyi aşağıdan yukarı kurmakla mümkün. O zaman sağlam bir temele oturursunuz. O zaman bütün bu tartışmalar sona erer.

“Türkiye’de siyaset halkın dışında yapılıyor”

“Parlamenter demokrasiye döneceğiz” deniyor. Pek güzel. Ama görüldü ki, parlamenter demokrasi Türkiye’de otoriter bir rejimi engelleyemiyor. Parlamenter demokrasinin içinde bunu engelleyecek yeteri kadar fren yok. Çünkü başbakan yani yürütmenin başı aynı zamanda Meclis’teki çoğunluk partisinin başkanı. Çünkü seçilen milletvekilleri halktan kopuyor. Halk dört yılda bir seçim sandığına gitmek dışında hiçbir zaman siyasetin içine girmiyor. Siyaset halkın dışında yapılıyor bugün Türkiye’de. Seçimler bittiği zaman halk siyasetin dışına itiliyor. Siyasi partiler, daha çok da başkanları, siyasetin özneleri oluyor. Böyle olunca siyasi parti liderleri kendi partilerinin de önüne geçiyor. Onlar her şeye kadir gibi görülmeye başlayınca otoriterlik doğuyor.

“İnsanların kendisini değişimin motoru olarak görmesi lâzım”

Halkı siyasetin içine nasıl çekeceksiniz? Bu bir Anayasa meselesi aynı zamanda. Ama siyasette bir zihinsel reforma da ihtiyaç var. Başka ülkelerde de Türkiye kadar büyük olmasa da ekonomik krizler, enflasyon var. İnsanlar sokağa dökülüyorlar protesto etmek için. Türkiye’de böyle bir protesto olmadı. Neden? Çünkü halk siyasetin dışına itilmiş, halk “ben siyaseti etkileyemem” düşüncesine sahip. Sokaktaki insana hep bu düşünce verilmiş: “Siyaset senin işin değil, sen seçersin, seçtiğin adam yapar siyaseti, sen karışmazsın, dışında durursun, siyaseti etkileyemezsin.” İnsanlarda böyle bir düşünce var. “Bu siyasi partiden, iktidardan başıma ne gelirse gelsin ben siyaseti etkileyemem” diyor. Bunu kırabilmek lâzım. Yani halka diyebilmek lâzım ki: “Sen siyaseti etkileyebilirsin, siyasetin öznesi olabilirsin, siyaset seçim sandığına gitmekten ibaret değildir, siyaset seçim sandığına gittikten sonra da siyasete katılmak gerekir.” Aktif bir yurttaşlık bilinci uyandırmak çok önemli. İnsanların kendisini değişimin motoru olarak görmesi lâzım.

“Yeni Anayasa’da ‘katılım hakları’ diye bir bölüm bulunmalı”

Bunu nasıl yaparsınız? Tabii ki Anayasa meselesi var. Bir kere halkın merkezdeki karar mekanizmalarına katılmasını sağlamak gerekir. Yani Anayasa’da “katılım hakları” diye yeni bir bölüm bulunması gerekiyor. Bunun içinde halkın belirli bir imza ile parlamentoya kanun teklif edebilmesi, parlamentonun gündemine madde teklif edebilmesi gerekir. Kanunlar yapılırken mutlaka sivil toplum kuruluşlarının o kanunların yazımına katılması gerekir. Meclis’ten çıkan kanunları halkın belli bir imza toplayarak referanduma götürmesi gerekir. Ama asıl katılım, katılımcı demokrasi yerelde olacaktır. Yerelde halkın kendisiyle ilgili kararları verebilmesi lâzım. Halk Meclisleri, Mahalle Meclisleri, komşuluk ilişkileri çok önemli. Halkın kendisiyle ilgili ihtiyaçlarını tespit edebilmesi, bunlarla ilgili kararlar alabilmesi, bu kararları merkeze yöneltebilmesi ve bu kararların merkezdeki kararlara esas olabilmesi gerekir. Bunun için bütçeleri de ayırmak gerek. Yani katılımcı bütçe de olmalı yerelde.

“HDP’nin demokrasi anlayışı diğer partilerin çok ötesinde”

Yeniden inşa süreci rolünü üstlenmiş bir masanın (Altılı Masa) bir ucunda İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan bir siyasi parti oturuyor, diğer tarafında “HDP’yle görüşmem” diyen bir siyasi parti ya da LGBTİ+’ların haklarını hak olarak görmeyen bir parti oturuyor. Böyle bir tablo söz konusuyken bu masanın yeniden inşa sürecinin ana aktörü olma şansı var mı?

“HDP’yle görüşmem” lafını hiç anlamıyorum. Nasıl görüşmeyeceksiniz? Bir kere seçime gidiyorsunuz. Eğer bir ortak aday çıkacaksa elbette HDP’nin burada rızası olması lâzım. HDP kendi adayını çıkarırsa bu seçim iyi bir sonuçla bitmez. HDP’ye oy veren altı milyon insan var, bu altı milyonun iradesine hiç mi saygı göstermeyeceksiniz? Eğer bir parça demokratsanız, bir parça demokrasi bilinciniz varsa altı milyon insanın oyunu alan bir partiyle “görüşmem” diyemezsiniz. Gerçekçi değil, bir. Demokratik değil, iki. Herkes herkesle görüşmeli, konuşmalı, ortak bir şey çıkarabilmeli. Kaldı ki, HDP’nin demokrasi anlayışı diğer partilerin çok daha ötesinde, çok daha sağlam bir demokrasi anlayışı var. HDP yeni demokrasi inşasında çok önemli bir rol oynuyor.

“Emek ve Özgürlük İttifakı baskı unsuru olabilir, yol gösterici rol oynayabilir”

HDP, Emekçi Hareket Partisi (EHP), Emek Partisi (EMEP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) adını “Emek ve Özgürlük İttifakı” olarak açıkladıkları üçüncü bir ittifak oluşturdular. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın siyasi dengelere etkisi nasıl olur?

Bu ittifakın oy ağırlığı bakımından belki çok büyük bir ağırlığı yoktur ama Altılı Masa’nın daha ilerisinde bir demokrasi görüşü var. O bakımdan bir baskı unsuru olabilir, bir yol gösterici rol oynayabilir yeni iktidara. Yeni iktidarı daha ileri adımlar atmaya teşvik edebilir.

“Sadece helalleşmek ve sarılmak yetmez”

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” açıklamalarını, ziyaretlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence Kemal Bey’in yaptığı şey doğru, “helalleşme” doğru bir adım. Belki adı “helalleşme”den çok yüzleşme olmalı. Eğer demokrasiden söz edecekseniz mutlaka kendi geçmişinizle yüzleşmeniz gerekir, yüzleşmeden demokrasi inşa edemezsiniz. Geçmişe doğru bir tarafı var bu inşa sürecinin, o da geçmişle yüzleşme. Kemal Bey’in yapmak istediği şey bu, geçmiş acılarla yüzleşme. Ama tabii bunun bir somut sonucu olması lâzım. “Ziyaret edip seni dinledim, çok kötü olmuş, vah vah neler gelmiş başına” deyip ondan sonra şapkanızı alıp gitmeniz yeterli değil tabii. Yüzleşmenin bir hesap verilebilirliği olmalı, yüzleşmeden doğan acıların giderilmesi için bir takım önlemlerin alınması gerekir. Sadece helalleşmek ve sarılmak yetmez.

“İstanbul seçimlerindeki oyun tekrarlanacak mı, bu bir soru işareti”

Ayrıca seçim güvenliği endişe uyandıran, kaygı veren, hemen herkesin aklında soru işareti olarak duran bir mesele…

Adil ve serbest seçim sadece seçim sandığına atılan oyların aynen çıkması demek değildir. Adil ve serbest seçim bütün seçim sürecinin demokrasiye uygun şekilde yönetilmesi, yani ifade özgürlüğünün olması demektir. Bugün Türkiye’de ifade, basın özgürlüğü yok. Halka ancak iktidarın istediği kadar bilgi veriliyor. O zaman da halk seçimini ancak bildikleriyle yapabilir, bildikleri de çok sınırlı ama. Karanlık var Türkiye’de, karanlıkta oy veriyor halk. Seçim ve sandık güvenliğini bir yana bırakın, zaten ifade ve basın özgürlüğünün bu şekilde engellenmesiyle serbest ve adil seçim ilkesi zedelenmiştir.

Ayrıca, iktidarın çıkardığı kanunlara bakıyorsunuz, Seçim Kanunu değişti. YSK’ya bakıyorsunuz, tamamen iktidarın istediği bir kompozisyonda. YSK kararları kesin, “ben mühürsüz, damgasız oy pusulalarını geçerli sayacağım” derse, bu iş orada bitiyor. Başvurabileceğiniz başka bir mercii yok. Bütün bunları topladığınız zaman seçimler konusunda büyük endişeler var. Seçime giden süreç zaten sakat, zaten demokratik olmayan bir süreç, bir de Seçim Kanunu’ndaki değişiklik, çıkacak olan sansür yasası… Bütün bunlar seçimler bakımından endişeler doğuruyor.

Seçim sonuçları tanınacak mı, İstanbul seçimlerinde gördük. Seçim sonucu tanınmadı, bir daha seçim yapıldı. Yine aynı oyun tekrarlanacak mı, bütün bunlar soru işareti.

“Bu seçim sadece Türkiye için değil, tüm dünya için çok önemli”

Bu seçim çok önemli, sadece Türkiye bakımından değil, bütün dünya bakımından, özellikle batı dünyası bakımından çok önemli. Siz otoriter bir iktidarı seçimle değiştirebiliyor musunuz, bunu göstermek bakımından, popülist rejimlerin egemen olduğu bir dünyada son derece önemli olacaktır Türkiye’deki seçim. Macaristan’da Orban örneğinde bu başarılı olmadı mesela, bakalım bizde olacak mı?