MİZGÎN AYDIN

Kasr-ı Mağduriyet

6 ŞUBAT 2023

Tekrarlar yakışır ağzınıza. Aynı bayat sözler, suçlu olduğu için güçlü, güçlü olduğu için suçlu teraneler. Anlam yoksunu, küf zengini, tilki dişi dolu kısır cümleler.

Yalanlar yakışır size. Gerçeğin buruk, acı, tatlı, ekşi ve kekre tadından habersiz devam edin siz! Doğan her yeni güne ihanet olarak dökülsün ağzınızdan arayış, buluş, varoluş, düşüş, ayaklanış ve kanatlanış mahrumu; paslanmış, kadidi çıkmış, sümüklü böcek misali, ama kanlı izler bırakan sözleriniz.

Coşun sonra, kendinizden geçin her defasında, bir tek sizin olan mikrofonlarla. Yeni gün ve gecelerin, yeni anların, yeni şarkı, fikir ve hissiyatların, yeni kalp hikâyelerinin güzelliğine ne hacet! Aynen böyle devam edin siz. Tekrarın kurtçuklarından oluşmuş sözcüklerinizle kesif bir çürümüşlüğe bulayın her tarafı. Ne de olsa başta siz olmak üzere herkes neler döndüğünü bilse de borazan ötmeye devam ediyor.

Sartre’ın Bulantı’sından fırlamış “yine mi!”lere neden olmaya devam etmek yakışır size. Hayatı kaskatı bir baş aşağı gidişe çevirmeye yeltenmek.

Sırıtmak yakışır size. Gülmenin o yüreğe yürek katan, canlandırıcı ve yeni hikâyeler başlatan esrik melodisi, yılgınlık nedir bilmeyen o çılgın büyü ne yapsın sizi. Sırıtın siz. Bağnazlığın katranına bulanmış fikirleriniz, saya saya bitiremediğiniz, yiye yiye yutamadığınız paracıklarınız da eşlik etsin sırıtmanıza, kös ve davul sesleriyle. Gülmek nedir bilmeden, kendinizi aldatıyorsa başkalarını “onları” hayli hayli aldatıyor sandığınız o diş göstermelerle sırım sırım sırıtarak çocuklar için kâbus olmaya devam edin. Nasıl olsa kâbus, uyanmak içindir, uyumak için değil.

Mağduru oynamak yakışır size. Bazen trajedi, bazen komedi, bazen aynı zamanda hem trajedi hem komedi olan ve bazen de duruma göre anlam değiştiren bu hayat tiyatrosunda kesintisiz kulaçlar atılırken sahneye ve rollere uygun olarak; siz yalan yanlış oynadığınız rollerde hep mağdur olun, ferman üstüne ferman yazarken bile.

Mağduriyet yakışır size. Aydınlık bilinç ve vicdanla, gerçeğin kör hançerleriyle yaralanmak pahasına alınan sorumlulukları, “Ateşi Olympos’tan ben çaldım!” diyen iradeyi nerden bileceksiniz ki! Hem belki “mağduriyet gerekiyorsa onu da biz getirir, yaşatır ve yaşarız” diyordur gönlünüzdeki çakma aslan.

Altın yaldızlı, elmaslı, yakutlu kaftanlar, taçlı başlar giyinmiş mağduriyetiniz çok yakışıyor size. Sınıflar atlamış, tahtlar edinmiş, Führer’e çoktan benzemiş, satmamış şey bırakmamış olarak. Çok, pek çok yakışıyor size mağduriyet! Aman kimselere kaptırmadan tepe tepe kullanın. Hatta gelmiş geçmiş tüm tarihsel ve güncel mağduriyetleri de kâh zırh, kâh kostüm, kâh kaftan, kâh köşk-ü âlâ olarak kuşanmanız için elimizden geleni esirgemeyeceğimizi de burada “noter huzurunda” taahhüt ederiz.

Bize mi? Yok, yakışmaz asla mağduriyet. Hem ilaçsız ve mamasız kaldığı için ölmek zorunda kalan Halepli, Afrinli çocuk bedenlerimiz kaybolmaz mı o zümrüt işlemeli kaftan-ı mağduriyyelerde? Ve korku kıran, kahkaha çalan, keyfinizi kaçıran şarkılarımız; gerdan kırmak nedir bilmediği için asla sığmaz kaftanlarınızın bağdaş kurduğu o kasr-ı mağduriyetlere, değil mi? Siz kalın orada, mağdur daima! Ama kaptan-ı hülya değil de kaftan-ı mağduriyye olduğunuz için, sizi asla sevip saymayacağımızı da unutmayın.

Biz mi? Bir elimizde trajedinin resmi, öbür elimizde komedinin çiçekleriyle “bu sahne benim, şu sahne de benim” dercesine, uslanmaktan habersiz bir şiirin peşinde sonlandırırız hayatın tiyatrolarını.

Kaftanınız bol altınlı, kasr-ı mağduriyetiniz daim olsun!