yeniden tv’de Ayşegül Doğan’ın sorularını yanıtlayan Siyaset Bilimci Prof. Dr. Fatmagül Berktay, tarihinin en kritik süreçlerinden birinden geçerken Türkiye’nin bir fotoğrafını çekiyor. İttifaklar, seçim, aday tartışmaları, lider kültü, ulus devlet ve kadın mücadelesi…
Söyleşi: Ayşegül Doğan
“Tüm dünyada temsili demokrasi krizde”
İnsanların temsili demokrasiye olan güvenleri çok sarsılmış durumda. Milletvekillerinin kendilerinden başka kimseyi temsil etmediği kanısı çok yaygın. Batı’da en demokratik rejimlerde bile seçimlere katılım çok düşük. Türkiye öyle bir ülke değil, bizde seçimlere katılım çok yüksek. Ama başka açılardan temsil krizini çok net bir biçimde yaşıyoruz. Hem Meclis’e olan güven hem de milletvekillerinin bizleri temsil ettiğine dair güven sarsılmış durumda.
Böyle bir durumda muhalefetin esas değişiklik önerisi olarak güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş programını ortaya atması gerekli ama yeterli değil. Hem bizatihi var olan Meclis’te şu anda muhalefet vekillerinin Meclis’in itibarını korumak için çok fazla bir şey yapmadıklarını görüyoruz. Bir tür milat olacak zehabıyla o miladı da biraz kendiliğinden gelir adaletsizliğine ve ekonomik çöküşe bağlamak söz konusu. Bu konuda bir mutabakat muhalefet arasında oluşması olumlu bir şey. Ama bu mutabakat zemininin nasıl, ne şekilde, hangi programla, somut olarak nasıl gündeme geldiği çok açık değil.
“Eski Türkiye karşıtlığı var ama yeni Türkiye nasıl kurulacak?”
Mutabakat meselesinde uzlaşmanın kendisinin önemli bir ideolojik-politik işlevi olduğunu ama bunun ötesinde bir olumlu programın ortaya çıkmadığını, daha ziyade olumsuzluklar üzerinden giden bir mutabakat varmış gibi görünüyor. Erdoğan karşıtlığı üzerinden giden bir mutabakat. Böyle bir durumda, ‘siz neyi nasıl inşa edeceksiniz’i göremediğimiz bir durumda yeni seçimlerin bir milat olması mümkün değil gibi görünüyor. Eski Türkiye karşıtlığı var, ama bu yeni Türkiye nasıl kurulacak? “Geliyor gelmekte olan” deniyor, ama o gelecek olan nedir, onu bize kimse söylemiyor net bir biçimde.
“Türkiye’de vatandaş Türk’tür, Sünni’dir, erkektir”
Türkiye bir ulus devlet olarak kuruldu, ulus devletin bütün zaaflarını da yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Bunu büyük ölçüde şeye benzetirim, özellikle vatandaşlık bilgisi açısından, ulus devlet bir tür Procrustes Yatağı’dır. Mitolojideki dev geleni geçeni kendi yatağına bağlar, yatağa sığmayanın kolunu bacağını keser ya da çekiştirir. Yani tek tipleştirmeye dönük bir vatandaşlık kavramı. Türkiye’de nedir, kimdir bu vatandaş, o da belli; ilk başta Türk’tür, Sünni’dir ve erkektir. Bu niteliklerle uğraşmadığınız, bunların nasıl bir handikap yarattığını görmediğiniz zaman çok fazla bir şey değiştiremiyorsunuz.
“Macaristan ve Türkiye birbirinden farklı”
Mesela Türkiye vatandaşlık ve farklılıklar açısından yakın zamanda seçim geçiren Macaristan’dan farklı. Orada azınlıklar neredeyse yok, ona rağmen ırkçı-milliyetçi bir söylem var, çünkü göçmenler, mülteciler var. Onlara karşı bu söylem. Türkiye öyle değil. Türkiye’de yoğun bir Kürt azınlığı var, Aleviler var, çok başka kimlikler var. Bunlar kendilerinin mağdur olduğu kanısındalar. O kanaat de gökten düşmüyor. Kadınlar var, üstelik toplumun yüzde 50’sini oluşturdukları halde neredeyse azınlık konumundalar. Siz bu handikap ve mağduriyetlerle uğraşmadığınız zaman “yeni Türkiye” eski Türkiye’ye çok benzemeye devam ediyor, edecek yine.
“Önemli olan nasıl helalleşileceği”
Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemini çok olumlu gördüm. Çünkü helalleşilmesi gereken sorunlar var, bunun tanınması anlamına geliyor. Çok önemli başlı başına. Ama bu sorunların nasıl çözüleceği, bunların üzeri kapatılarak, yok sayılarak mı, yoksa bunlarla hakikaten yüzleşilerek mi, hesap sorularak mı “helalleşileceği” çok önemli.
Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’a gitmesi, orada iyi karşılanması da önemliydi, küçümsemiyorum. Ama mutabakat içinde olan partilerin (altılı masa) özellikle Kürt meselesi konusunda çok ayrılıkları var. Bu ayrılıkların olması da normal, o kadar olumsuz bakmıyorum, ama acaba birleşebilecekleri bir nokta yok mudur, bunun üzerinde duruyorlar mı? Mesela anadili konusu. Anadili hakkı Türkiye’de demokrasiden yana olduğunu söyleyen herkesin savunması gereken bir temel haktır. Bu somut olarak (altılı masanın) mutabakat metninde yer almalı. Bu olmadığı zaman “helalleşme Kürtlerle nerede kalıyor” diye haklı olarak soran olur.
Ya da Alevilerle helalleşme meselesi. Siz Diyanet Akademisi’ne destek verdiğiniz zaman istediğiniz kadar Alevilerin mağduriyetinden bahsedin, size kaç Alevi inanır, bilmiyorum. Ayrıca kadınlar açısından baktığınızda, Türkiye’de kadın-erkek eşitsizliğinin temel nedeni toplumdaki yapısal eşitsizliktir, iktidar-güç eşitsizliğidir. Siz bunun farkında değilseniz, buna ilişkin bir cümle söylemiyorsanız ve kadın cinayetlerinin esas olarak zehirli erkekliğin kışkırtılmasının bir sonucu ve ta geçmişten gelen ataerkilliğin pekiştirilmesinin bir sonucu olduğunu görmüyor ve söylemiyorsanız, istediğiniz kadar “uluslararası sözleşmelere saygı göstereceğiz” deyin, hatta “İstanbul Sözleşmesi’ne geri döneceğiz” deyin, bunların kıymet-i harbiyesi olmuyor. Sorunlar açısından gerçek bir farkındalık, o sorunların çözümüne ilişkin somut önerilerin gelmesiyle olur.
“Üçüncü ittifakın diğer partilere ayar verme fırsatı var”
Sadece seçim hesapları açısından bakmamak gerektiğini düşünüyorum. Hakikati dile getirmek diye bir şey var. Ben bunun seçmende, toplumda karşılığı olduğu kanaatindeyim. Bunu altılı mutabakat ne kadar görüyor, emin değilim, sanki hep taktik tutumlar almak daha çok ön plana çıkıyor gibi. O yüzden Meclis’teki ve Meclis dışındaki sol mutabakatın bir anlamda politikaya çekidüzen vermesi, ilkesel bir çerçeve çizmesi bana önemli geliyor.
“Sadece ekonomik nedenlerle iktidarın kaybedeceğini sanmak çok yanıltıcı”
Bir kere Türkiye’deki seçmen güçlü lider arayışında. Bu da geçmişten gelen bir ideolojik eğilim. Devlet yüceltmesi herkes içinde çok yüksek. Böyle olduğu zaman bir güçlü lider ortaya çıkarabilmek, güçlü olması da şart değil, güven veren bir lider ortaya çıkarabilmek çok önemli. Onun dışında yeni Türkiye’yi nasıl inşa edecekler konusunda güven vermek çok önemli. “Ekonomi çok kötüye gidiyor ama bunu yine de şimdiye kadar denediğimiz, güvendiğimiz lider halleder” zehabı da çok var. Bununla nasıl baş edeceksiniz? Yoksa kendi kendine iktidarlar giderdi, çökerdi. Hayır. Siz itmezseniz, onun yerine alternatif önermezseniz gitmiyorlar.
“Önemli olan program ve ilkeler ama lider de önemli”
Önemli olan programdır, ilkelerdir. Ama ideal olarak yürümüyor o işler. Mutabakatın, muhalefetin adayı kim olacak meselesi önem kazanıyor ister istemez. Benim gönlüm ilkelerin, programın kazanmasından yana ama lider de önemli. Hem seçmenin zihnindeki algı açısından önemli, hem de bir heyecan yaratmak, motivasyon yaratmak, seçimlerle ilgili bir hava yaratmak üç aşağı beş yukarı liderin yapacağı bir şey. O çekip götürebilir.
“Muhalif kanallar yankı odası gibi”
Sadece negatif bir söylemle bir yere varamıyorsunuz. Muhalif kanallara da baktığımızda bir tür yankı odası gibiler. Durmadan aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Onu zaten seçmen yaşıyor. Ne kadar vaziyetin kötü olduğunun zaten halk farkında. Önemli olan, benim de bir seçmen olarak aradığım şu: Peki siz ne yapacaksınız, nasıl yapacaksınız?
“Kadınların inadı geleceğe dair umudu ayakta tutuyor”
Kadınların inadı geleceğe dair umudu ayakta tutuyor. Özellikle kamusal alan dediğimiz şeyin, politikanın yapıldığı, kendimizi, özgürlüğümüzü deneyimlediğimiz alan otoriter rejimler tarafından sürekli daraltılıyor ve giderek daha fazla şiddete başvurularak daraltılıyor. Bu noktada Türkiye’nin her yerinde yüzbinlerce kadın sokağa sahip çıkıyor. Sivil itaatsizlikte bulunuyor.
Bu kadar otoriterleşmiş olan rejimlerde insanlara hukuk içinde ya da demokrasinin bildiğimiz kurumları içinde muhalefet hakkının tanınmadığını görüyoruz. O zaman size kalan yegâne yol sivil itaatsizlik yapma yolu. Bu aynı zamanda haysiyetimizi korumanın yolu. Oturup “bunu kabul edelim” demek yerine kadınlar ortalıktalar. Sadece kendi hakları ve talepleri için de sokakta değiller. Çevre için, ekoloji için, madencilerin kazalarına karşı, çeşitli grevleri desteklemek için, hepsi için aktif durumdalar.
Kadın hareketinin politikası kesişimsel, birçok alanı kesen ve benim bütün ezilenlerin dertleriyle dertlenmek dediğim olguyu gösteren bir şey. Bütün mağdurların derdi kadın hareketinin derdi ve bunu aktif olarak, somut olarak savunuyorlar, sırf lafta değil. Bu bana çok önemli geliyor, yerelde savunmak çok önemli geliyor.
“Muhalefetin kadınlardan öğreneceği çok şey var”
Kadınlar her yerde hak mücadelesindeler, bunu görmemek daha doğrusu anlamını kavramamak çok yazık muhalefet açısından. Kadınlardan öğrenecekleri çok şey var politika açısından, çünkü kadınlar karşılaşmaları mümkün kılıyor, dindar-laik kutuplaşmasını bir tek kadınlar aşıyor büyük ölçüde, bir de gençler tabii. O yüzden bizim umudumuzu onlar taşıyorlar.