TÜM YAZILARI

YILDIRIM TÜRKER

Sokağın Tozu, İnkârın Tadı

19 NİSAN 2022

Sokaksız bir demokrasinin mümkün olmadığını, halkın dilini sokaklarda kazanacağını bilmiyor mu, fiyatların daha da artmasını bekleyen, böylelikle hükümetin çökeceğini farz eden sözde muhalifler?

RTE’nin en büyük başarısı “hakikat sonrası”na en hızlı uyum sağlamış; açıkça dile saldıran, onu işgal edip hükümranlık alanına çeviren liderlerden oluşudur. Dünyanın seyre kilitlenmiş halkları olarak benzerlerinden birkaçının zaferlerini de heyecanla takip etmekteyiz.

Hakikatin ağır sularında kulaç atmaktan yorulmuş yüzyıl insanının ihtiyaç duyduğu, bütün günahlarını yükleyebileceği tam da bu özelliklere sahip otoriter liderlerdir. Bu konuda gücünün sınırları çok daha geniş olan Putin’in, dünyanın şu an içinde yuvarlandığı krizin yegâne müsebbibi olarak görülmesi belki daha vurucu bir örnek olacaktır.

Hakikatin kendisinden daha güçlü, yepyeni, bizi daha güçlü ve kırılmaz kılacak olan bir hakikat yaratmak ve kabul ettirmek iktidarın zaferidir. Alanı belirlenmiş, kullanılması yasak kelimeler kavramlardan arındırılmış, öğrenilip rıza gösterilene dek yasaklar, ceza tehditleri ve direnene ağır cezalarla berkitilmiş bir dil.

Bu dil kaçınılmaz olarak ayrımcı, inkârcı, mağdur olanı açıkça suçlamak üstüne kurulu bir dil.

İktidarın bu kadar uzun ömürlü ve sarsılmaz oluşu muhaliflerinin haysiyetini her fırsatta çiğnemiş, sindirmiş ve buna karşı bir direnç oluşmasına izin vermemişliğinden.

Bizimkiler-sizinkiler ayrımının bu kadar müstehcen bir açıklıkla şiar edinilmesi dünyanın gidişatına uygun maalesef. “Ya bizdensin ya da vatan haini” diskuruyla yola çıkan bütün otokratların gündemi oluşturduğu dünyanın yadırgamadan ya da yadırgıyormuş gibi kabullendiği varlığıyla RTE, çevresinin iddia ettiği gibi bir “dünya lideri” gerçekten. Son derece kırılgan olan sistemin zaaflarını ustaca kullanan, memleketin muhalefet alışkanlığının açıklarını çok iyi hesaplayıp manipüle edebilen bir lider.

Pekiyi bundan sonrasının resmini nasıl çizeceğiz? AKP karşıtlığının yeterli politik duruş olarak muhalefet pozunda karşımıza dikilmesinin ne kadar sorunlu olduğunun farkına varabilir miyiz bundan sonra?

AKP’nin meşrulaştırmış olduğu çarpık, yalan dolan üstüne kurulu, kendi çıkar çevrelerini besleyen hükümranlığı karşısında ne olursa olsun gitsinler yaklaşımıyla siyaset oluşturma çabaları sonuç verebilir mi?

Şimdi hangi muhalif yayın organını açsanız korkunç zam furyası ve felç edici enflasyona rağmen pazarlarda bir yandan yakınıp bir yandan hâlâ muhalefete küfreden yoksul halka yönelik bir saldırıyla karşılaşıyoruz. Her mecliste memleket insanının onmaz cehaleti, dindarlıktan gözü kararmışlığı üstüne dert yananlarla karşılaşmak mümkün. “Muhalif” kitleler kendilerini birbirlerine yolladıkları o ibret verici videolarla eğlendiriyor.

Cahil ve dindar kesimdeki bu tuhaf algı bozukluğu üstüne düşünmek eğlendirici değil ne de olsa.

Mağduru suçlama, hangi kutuptan olursanız olun meşru bir oyun alanı. Oysa yoksul ama iktidar taraflısı olanlar muhalefetin son umudu olan bunca zam ve açlığa rağmen “geri zekâlı ve cahil” oldukları için bir türlü doğru yolu seçmiyorlar. Muhalefet oturduğu yerden tencereye yaptığı son yatırımın da para etmediğini gördükçe şaşkınlık içinde suspus olmuş. Muhalif şehirli, bu andavallı sürüsü karşısında alaya ve hakarete başvurmak dışında bir çare bulamıyor.

Hatırımızda tutmamız gereken tam da budur işte. Bu halk, bunca sefalete rağmen neden hâlâ hükümetin yanında sıralanıyor? Şehirli beyazlarınkinden farklı değil inkâra sarılış yordamları.

Onlar da inanacakları onca gerçeklik kırıntısı arasından liderlerinin söylediklerine sarılmayı tercih ediyor. Onların mücadelesi de ittifak muhaliflerininkinden farklı değil. Onlar da kimlik savaşı veriyor. Onlar da yaşam biçimlerini korumaya çalışıyor. Onlar da yirmi yıl önce kendilerine parkları, meydanları açılmış şehirleri, iş alanlarını kaybetmek istemiyor. Onlar da nefret dolu. Açlıktan ölseler de bu memleketin kendilerine ait olduğu, kendileri ve benzerleri tarafından yönetildiğine inanmak istiyorlar. Onlar da mağdur.

Ama koyunlar gibi seslerini çıkarmadan sürüler halinde dolanıyorlar, öyle mi? Pekiyi ya rakipleri? Onlar da korkudan donakalmış, ağzı daha iyi laf yapan, koyunlar gibi evlerinden işlerine homurdanarak gidip gelen bir güruh olarak nasıl bir hayat önerisine sahipler? Biliyor muyuz?

Memleket nüfusunun doğal yapısının sağcı-muhafazakâr olduğu tanımından yola çıkarak RTE’yi kızdırmadan, halkı küstürmeden siyaset yapmaya çalışan belirsiz partileri “her görüşten, her renkten” diye adlandıran fikir insanlarının algı bozukluğuna topluca gülüyor muyuz?

İçinde bulunduğumuz çukurdan çıkmanın Cumhuriyet seçkinciliğine sığınmaktan başka yolu yok mu?

Sokağın halka yasaklanmış olması, muhalefetin de büyük desteğiyle iktidarın ekmeğine yağ sürmemek bahanesiyle halkın evlere kapatılmışlığı rahatsızlık vermiyor mu?

Sokaksız bir demokrasinin mümkün olmadığını, halkın dilini sokaklarda kazanacağını bilmiyor mu, fiyatların daha da artmasını bekleyen, böylelikle hükümetin çökeceğini farz eden sözde muhalifler? Gençlerin, kadınların, bir avuç işçinin sokak eylemlerini ne kadar desteklemiş olduklarına bakalım.

Faşizan, ayrımcı dilin bu kadar rahat kullanılabilir olması, RTE’nin bir armağanı değil mi?

Ahlaken defolu bir gazeteciden sürekli “imam hatipli” diye bahsetmek, aklı sıra aşağılamak nasıl bir muhalefet hamlesidir sözgelimi?

Bir de üstüne sokaklarda kendilerini sorguya çeken muhabirleri mutsuz etmek pahasına iktidara destek çıkan halkı yadırgamak nasıl bir algı bozukluğuna işaret ediyor?

RTE’yi iktidardan indirmek dışında hiçbir derdi olmayan kendini solcu sananlar birden kendilerini Ümit Özdağ ile birlikte “köyün hiç ağzını açmayan bilgesi” Mansur Yavaş’ı desteklerken buluveriyor. Körlük konusunda pazardaki kadından çok mu farklı sözgelimi M. Yavaş’ın yakın geçmişindeki kan kızılı faşizan dilini hatırlatanları AKP’li, oyunbozan olarak işaret etmeleri?

Kürt nefreti dışında da birçok ortak yanı olan bu kesimlerden hiçbiri bir gelecek vadetmiyor.

Buradan ufuk görünmüyor.